Kaos... Bazen dokunaklı, bazen heyecan verici, çoğunlukla karakterlerini ve sizi köşeye sıkıştıran, kriz anlarından beslenen, onunla yoğrulan ve mayasındaki leziz kargaşayla öyküsünü inşa eden “The Bear”, 2022’de ilk kez yayımlandığında tam da bu gerekçelerle almıştı izleyicisini. Sonra da “komedi” ödüllerini birer birer toplamaya başlamıştı. Tuhaftı çünkü kesinlikle bir komedi değildi, hatta “mutfağa” yönelik oldukça karamsar bir bakış açısıydı. Geçen günlerde yayımlanan üçüncü sezonu ise yapımın bu odağını tümüyle yitirdiğini gösteriyor. Evet, önümüzde yeniden sunumu şık bir yemek var ancak tadı hiç de o kadar lezzetli değil.
İtiraf etmek gerekirse “The Bear”in ikinci sezonu bittiğinde final bölümü olmadan bu dizi hâlâ izlenilir olur muydu diye düşünmüş ve bir umut, üçüncü sezona yönelik beklentilerimi korumayı sürdürmüştüm. Sonuçta karşımızda sıra dışı bir mutfak anlatısı, restoran işletmeciliğinin ve mutfakta çalışmanın bireyler üzerindeki etkilerini gözlemlemeye çalışan bir öykü vardı ve özellikle Carmen (Jeremy Allen White) karakteriyle bu baskının sonuçlarını somut biçimde görebiliyorduk. Carmen, yakın zamanda kaybettiği ağabeyi Mikey’nin (Michael Berzatto), küçük restoranı The Beef’i sofistike bir yemek restoranı The Bear haline getirirken kendisi de dönüştü. Profesyonel hırsları uğruna herkesi karşısına aldı, sevgilisi bile kaybetti ve anlatının tümünü kapsayan kaos ile karmaşa bu karakter yolculuğunun ana arteri oldu. İkinci sezonda yan karakterler güçlendirilmeye çalışılırken bu birbirinden bağımsız gibi duran bölümlerle kurgulandı ancak bütününde odak ve konu hâlâ ortak gibi görünmeye devam ediyordu.
BOŞLUK DOLDURMAK İÇİN
Üçüncü sezona gelindiğinde ise başlangıç anlatısı ve üslubu başta her şey tümüyle farklı ve kafası karışık izlenimi uyandırıyor. Hikâye bu kez daha fazla geri dönüşlerle Mikey’yi ve The Beef yılları ile Carmen’in New York’ta onu şekillendiren travmalarını anlatmaya koyuluyor. Görece daha dingin sekanslarda önce Carmen’in şef olduğu yılları ardından her bir karakterin kısa hikâyelerine bakış atıyoruz. Ancak dizi, ilk bakışta karakterlerini derinleştirmeye gayret ediyormuş izlenimi uyandırırken bütününde hizmet etmesi gereken hikâyeyle bağlarını zayıflatıyor, amacından çok uzak bir noktaya varıyor. İlk sezonundan itibaren beslendiği, The Bear’i The Bear yapan öz olan kaos, üçüncü sezonda yalnızca bir figürana dönüşüyor. Yerine konulamayan her bir elementin açtığı gedik sinema tarihinin mirasıyla kapatılmaya çalışılıyor. Klasikleşmiş filmlerden alıntılar, “The Night of the Hunter” göndermeleri elbette şık ancak “The Bear”in süslü fakat tarifinde hata olan yemeklerinden öteye gidemiyor ve dahası, dizi topladığı ödüllerin yanıltıcı gücüyle kendisine o denli güveniyor ki sonuçta öyküsünde vardığı noktanın çözümsüz, kurguladığı ortamların bir hayli bunaltıcı ve en önemlisi anlattığı şeyin seyircisinin dikkatini canlı tutmak için yetersiz olduğundan bihaber duruma geliyor.
The Bear’in üçüncü sezonunu, ilk sezonunun üzerimdeki etkisi hâlâ devam etmese bitirebilir miydim emin değilim. Kuşkusuz ekranda ve tabakta şık bir dizi ancak dördüncü sezon için önüme konulmuş küçük, gösterişli bir porsiyondan daha fazlasına ihtiyacım var.
Puanım: 6/10